Türkiye, yerel seçimlere kitlenmiş durumdayken, DSP özelinde ‘solcu, şair, Kemalist’ Bülent Ecevit yeniden gündeme getirilmeye başlandı.
‘Kara oğlan’ ve ‘masum’ kişiliğe sahip olduğu iddiası ile parlatılmaya çalışılan Ecevit hakkında Zülfü Livaneli’nin 2010 yılında kaleme aldığı yazı bir kez daha akıllara geldi.
Livaneli, Vatan Gazetesi’nde köşe yazarlığı yaptığı dönemde 1996 yılında cezaevlerinde yaşanan ‘Ölüm oruçları’ndaki gözlemlerini aktarırken “Sonuçta “dinci Erbakan” genç ölümlere yol açmamış ama “solcu-şair Ecevit” katliam emri vermiş oldu. Bunları anlatmak tarih önünde benim namusum ve sorumluluğumdur” ifadelerini kullanmıştı.
İşte Livaneli 28 Kasım 2010 tarihinde kaleme aldığı yazı:
Erbakan, Ecevit ve ölüm oruçlarının arka planı… Genç insanların yaşamı üzerine çok pis oyunlar oynandı bu ülkede.
TBMM komisyon raporuna göre 17.000 faili meçhul cinayet işlenmiş olan bir ülkede, adaletten, haktan hukuktan, demokrasiden ne kadar söz edebiliriz ki?
Herşey göstermelik. Ama beni hayatım boyunca en çok bazı yetkililerin vicdansızlığı ve acımasızlığı şaşırtmıştır. Bu yazıda anlatacaklarım birinci derece bir tanıklıktır.
***
1996’daki ölüm oruçlarına, bazı arkadaşlarımla birlikte “arabulucu” olarak katıldım.
İstanbul Başsavcısı Ferzan Çitici, böyle bir misyon üstlenmemizi rica etti. O dönemde Necmettin Erbakan, başbakandı.
Cezaevine girdik. 12 kişi ölmüştü. Yemliha Kaya’nın ölü bedeninin başında nöbet tutuluyordu. Konuşmaya çalıştığımız 20-21 yaşındaki gençler ölmek üzereydi. Bilinçleri kaybolmuştu. Bazılarının görme yetisi bir daha geri gelmemek üzere yitip gitmişti.
Geçen her saat, yeni genç ölüler demekti. Bir kenara çekilip ağladığımı hatırlıyorum.
Tek istekleri, hapishanedeki yaşam koşullarının iyileştirilmesiydi. Tecrit hücrelerinde tek başına kalmamaktı.
Bu isteği çok iyi anlayabiliyordum, çünkü o korkunç hapishanelerde bir dostla dertleşmenin ne kadar önemli olduğunu ben de yirmili yaşlarımda acı bir şekilde öğrenmiştim.
Hem de hiçbir suç işlememiş bir genç adam olarak. Hükümetle temas kurduk. Adalet Bakanı ters davrandı. Başbakan Erbakan’a ulaşmaya çalıştık. İstanbul’dan Ankara’ya giden uçakta olduğunu söylediler.
Ankara havaalanında kendisine ulaştık. Tutukluların masum isteklerini anlattık, “Birçok genç bu geceyi çıkaramayacak” dedik.
“Peki” dedi, “Bu gece Kadir Gecesi. İsteklerini kabul ediyoruz.”
Hapishaneye müjdeyi verdik. Ambulanslar, ölmek üzere olanları hastanelere taşıdılar. Beklemekte olan gözü yaşlı aileler, ellerimize sarılıp, çocuklarından haber sordular.
Ama Ferzan Çitici kulağıma şunu fısıldadı: “Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü aradı. ‘Biz ne güzel operasyon hazırlamıştık. Herşeyi berbat ettiniz’ diye çıkıştı bana.”
Basın bu süreçte olumlu davrandı. Hatta bizleri haketmediğimiz övgülere boğdu. Hürriyet, kahramanlar bile dedi.
***
Aradan dört yıl geçti. Bu kez yine ölüm oruçlarında, arabulucu olarak hapishaneye gittik.
Çünkü hükümetin verdiği sözler tutulmamıştı. Yine genç insanlar ölüm döşeğindeydi. Aynı süreç yaşanıyordu ama bu sefer Başbakan Erbakan değil Bülent Ecevit’ti.
Basın sürekli provokasyon yapıyordu. Dört yıl önce bize kahraman diyen Hürriyet şimdi, “Ölüm oruçlarını cesaretlendiren hainler” olarak söz ediyordu bizden.
Belli ki öldürme hazırlıkları tamamdı. Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ü bizzat aradım. “Ne olur” dedim, “Ölümlerin önüne geçin. Size resmen yalvarıyorum.”
Etkilendi. “Biraz bekleyin, başbakanla konuşayım” dedi.
Nefesimizi tutup bekledik. Biraz sonra müdürün odasındaki telefon çaldı. Hikmet Bey, “Malesef Başbakan Ecevit istekleri kabul etmiyor” dedi.
Çaresizce ölüm mahkûmlarına veda edip gözyaşları içinde oradan ayrıldık. Sonra lav silahlarıyla koğuşlara saldırıp, insanları yaktılar.
O akşam televizyonlar, yanan mahkûmlara başka cezaevlerinden cep telefonlarıyla ulaşıldığını ve “Kendinizi yakın” talimatı verildiğini söylüyordu bangır bangır.
Ali Kırca’ya konuk oldum ve dedim ki: “Yalan söylüyorlar. Hapishanede cep telefonu çalışmıyor. Arabulucular arasında yer alan Yaşar Kemal, ölüm döşeğindeki karısı Thilda’ya ulaşmaya çalıştı ve ulaşamadı.”
Bu tanıklık bütün yalanı çürütüyordu ama hükümet ve basın genç insan kanı dökmenin şehvetine kapılmıştı bir kere.
Kimse sağduyulu bir tanıklığı dinleyecek halde değildi. Sonuçta “dinci Erbakan” genç ölümlere yol açmamış ama “solcu-şair Ecevit” katliam emri vermiş oldu.
Bunları anlatmak tarih önünde benim namusum ve sorumluluğumdur.