İlber Ortaylı yeni bir yazı kaleme aldı


Prof. Dr. İlber Ortaylı ‘ABD’nin geleceği’ başlıklı bir yazı kaleme aldı.

ABD’deki protestolar devam ederken orada yaşayan ve ayaklanan göçmenlere dikkat çeken İlber Ortaylı, ‘1960’larda da Amerika’yı sarsan güney eyaletlerindeki siyahi hareketler bu ülkeyi bazı yönden anlayışa ve değişikliğe götürmüştü. Bu seferki değişikliklerin sathi ve gerçekten oyalayıcı tedbirlerle bastırılması mümkün değil’ dedi.

İşte o yazı,

25 Mayıs 2020’de Minnesota eyalet devletinin Minneapolis şehrinde 44 yaşında, görünüşte muhatabını ürkütecek kadar boylu boslu olan George Floyd, polis çavuşu Derek Chauvin’in aşırı şiddet kullanımıyla öldü. Fotoğrafların da gösterdiği biçimde polis memuru gövdesinin bütün ağırlığıyla maktulün şahdamarına ve boynuna basmış. 1960’larda da Amerika’yı sarsan güney eyaletlerindeki siyahi hareketler bu ülkeyi bazı yönden anlayışa ve değişikliğe götürmüştü. Bu seferki değişikliklerin sathi ve gerçekten oyalayıcı tedbirlerle bastırılması mümkün değil.

Birleşik Devletler dünyanın her yerinden gelen göçmen kitlelerinden oluşuyor. Bunların içerisinde kendisine hiç sorulmadan hiçbir hayal ve ümit beslemeden yaşadığı Afrika savanlarından ve ormanlarından vahşi yöntemlerle avlanarak getirilen, gemilerde yer bile olmadığı için ambarlardaki raflara uzatılarak uzun yolculuğa katlanan, yarıya yakını telef olduktan sonra öbürlerinin Maryland’ın Annapolis gibi kentlerinde satışa çıkarılan, köle olarak çalıştırılan, ailelerin üyelerinin birbirinden koparılarak başka çiftliklere satılmasıyla eğitimden uzak yetişen kalabalık bir azınlık, Afrikalı Amerikalılardır. İster istemez çalışmışlar, çalıştırılmışlar ve Birleşik Devletler’in zenginliğinin temelini oluşturmuşlar, kendilerinin ise hiçbir şeyleri olmamış. Anayasal reformlar ve temel insan hakları hepsi için eşit ama üst derecedeki eşitliklerin alta ve pratik hayata indikçe ihlal edildiği hep görülmüş ve 1860’larda iki katledilen lider, Başkan Lincoln ve 1960’larda da Başkan Kennedy’nin gayretlerine rağmen tamamlanamayan bir süreç söz konusu.

Göçmenlerin bencil sesi
Amerika her göçmene ayrı bir dünya olarak görülüyor. Bazen Türkiye’den, İran’dan, Akdeniz ülkelerinden ve tabii İskandinavya ve Almanya’dan giden insanlar ve torunları, garip bir şekilde ortak bir zihniyetin içine giriyorlar, “Biz çalışıyoruz, vergilerimiz bu adamların mı sağlık hizmetlerine gidecek?” veya “Okulda okuyacak halleri yoksa zorla mı eğitim vereceğiz? Parasını kim ödeyecek” gibi sloganlar farklı coğrafyalardan gelen göçmenlerin ortak bencil sesi oluyor.

Amerikalılar ürktüler
Trump, Amerikan Anayasası’nın yarattığı ruha karşı direnenlerin başkanı olarak geldi ve temsil ettiği kitleye fazla güvenerek zücaciye dükkânına girmiş fil gibi hareket ediyor. Dört yıllık başkanlığının her yılı değil her ayı hadiselerle geçti. Amerikalılar ürktüler, protestolar sonsuz. Siyasilerin infialine ise polisin kaba kuvveti yetmiyor. Pek umulmayan bir yol denendi. Başkan orduyu kullanıyor. Şüphesiz ki bu onun kanuni ve idari hakkı ama o ülkenin tarihinde bu hak her zaman kullanılmaz. Şartların iyi görülüp ayarlanması lazım. Bazı eyaletlerin valileri (ki seçilmiş başkanları diyebiliriz) başkanın demeçlerine karşı demeçler vermeye başladılar, “Ortalığı karıştıracak şekilde konuşacaksan çeneni kapa” gibi.

13 ayrı Britanya kolonisi
Amerika’yı 13 eyalet kurdu. Bu 13 eyalet, 13 ayrı Britanya kolonisiydi. İngilizce kullanmaktan başka ortak yönleri yoktur diyemeyeceğiz çünkü başlangıçta bir kısmı Fransızca dahi kullanıyordu, Louisiana gibi. Zamanla şu veya bu şekilde yeni katılan eyaletlerle İspanyolca da girdi. Dünyanın en zengin ülkesinde en derin gelir farklılıkları var ve Avrupa’nın tersine alt tabakaları destekleyecek sağlık ve eğitim yatırımları söz konusu değil… Korumacı bir sağlık hizmetinin mevcut olmadığı son salgınla anlaşıldı. Koruyucu bir eğitim hizmetinin olmadığı da biliniyor.

Bu kriz nasıl çözülür? Bazıları dünyanın en güçlü ekonomisinin, savunma sanayii ve sistemi en mükemmel olanın, uzay teknolojisine hâkim bulunan ülkenin parçalanmasından söz ediyor. Amerika’nın sendelemesinden endişeye kapılanlar olduğu bu durumu keyifle izleyen ve ümit edenler de var. Kutuplaşmaya giden dünyada Soğuk Savaş dönemini bile aratacak bir çılgın iklime giriyoruz.

Kendini ıslah edebilir mi?
Şurası bir gerçek: Birleşik Devletler atılgan, örgütçü, yenilikleri ortaya koyan bir toplum olarak kuruldu. Federalizmi hiç kimseninkine benzemez. O sistemden de vazgeçemez. Fransız İhtilali’nden beri bu bir kitle demokrasisidir ama insanlığa yol gösterici bir eşitlik söz konusu değildir. Birleşik Devletler büyük diplomatlar ve devlet adamlarını çıkaran bir camia değildir. Tarihteki imparatorluklardan ve yakın çağın büyük devletlerinden farkı budur. Kurucu babaların arasında bile fazilet örnekleri vardır ama modern insanlığa ışık tutacak doktrinler hep eski kıtaya, eski dünyaya aittir. Bu hengâmeden Amerika nasıl çıkar ve etrafına zarar vermeden kendi kendini ıslah edebilir mi? Soru bu. Gelecek yazılarımızda gelişmelere birlikte bakacağız.

Filozof dostumun ardından: Oruç Aruoba
Ara sıra İzmir’den arardı, “Jilber” diye. Hastalığının ilerlediğini sesinden anlıyordum. Görüşmek mesafenin müsaade ettiği ölçüdeydi. Bazen konuşurduk. Doğrusu kendisini kışkırtabilirdim. Bazen de sadece susar ve dinlerdi. Benim onda ve daha evvel bu dünyadan ayrılan Bilge Karasu’da dikkatimi çeken bir yön vardı. Batı felsefisi için eski Yunanca ve Almancaya düşkünlük. Bu doğru bir yaklaşımdır. Bugünkü günde herhangi bir meslektekilerin değil ama felsefeci, hukukçu ve tarihçilerin bilmeleri gereken diller. Oruç, Nietzsche’yle çok uğraştığı için “Nietzsche’ci” diyenler olabilir. Ben onda başka bir yaklaşımı seziyordum. Rainer Maria Rilke çevirisi bir başarı örneğidir. Viyana çevresiyle derin bir sevgi ve ilgisi olduğunu zannetmiyorum ama o ilgiyi kuranların aksine Wittgenstein’ı üşenmeden Türkçeye çevirdi. Zamanlar geçiyor. Akranlarımızı uğurluyoruz.

Ankara Üniversitesi’nde felsefe, 1947 olaylarıyla bitti. O dönemden bu devre ciddi olarak mantıkla ve epistemolojiyle uğraşan Nusret Hızır ve öğrencisi Füsun Akatlı kaldıydı. Hacettepe Üniversitesi felsefe bölümü ilk bakışta birbirleriyle alakası olmayan üyelerden oluşuyordu ama birbirleriyle çok ilgileniyorlardı ve çok ortak iş yapıyorlardı. Ioanna Kuçuradi’den Saffet Babür’e, Oruç ve Zeynep Aruoba’dan Bilge Karasu’ya kadar renkli bir yelpaze vardı. Grubun ortak vasfı klasik ve modern Avrupa dillerinin mutlaka öğrenilmiş olması ve metinler üzerinde çalışmaydı. Özellikle Yunanca metinlerin Türkçe çevirileri beynelmilel başarı örneğidir. Oruç’un da kendi özgün yeri vardır. Önemli olan bu kervanın yürümesi…